DDT (Dichlorodiphenyltrichloroethane), 1874 yılında kimyacı Othmar Zeidler tarafından sentezlenmiş, kutupsuz (apolar) yapıda bir bileşiktir. Bir başka kimyacı olan Paul Hermann Müller, 1939 yılında bileşiğin eklem bacaklılar üzerindeki ölümcül etkilerini keşfetmiştir. Sonrasında bileşik, dönem içerisinde artan sıtma ve tifüs vakalarını engellemek amacıyla böcek ilacı formunda kullanılmaya başlanmıştır.
Etkili bir böcek ilacı olan DDT kısa sürede popüler olmuş ve İkinci Dünya savaşı sırasında da kullanımı oldukça artmıştır. Öyle ki Avrupa’da Tifüs vakalarını büyük ölçüde azaltmıştır. 1945 yılına gelindiğinde ise kimyasalın Amerika Birleşik Devletleri’nde satımı ve kullanımı, Çiftçilerin ”Tarım amaçlı” faaliyetleri için yasal hale getirilmiştir. Böylelikle Kuzey Amerika ve Avrupa’daki Sıtma hastalığı tamamıyla bitmiştir.
Akla gelebilecek her yeri ilaçlamak amacıyla kullanılan kimyasal için, günbegün artan taleple birlikte; dönemin önde gelen kimya şirketleri de seri üretime geçmiştir. Ekonomi içerisinde de büyük önem kazanmış, toplum tarafından ”yarının dünyası” sloganlarıyla anılmaya başlamıştır. ”Mucizevi” DDT, otoriteler tarafından da desteklenmiş ve 1955 yılında Dünya Sağlık Örgütünün sıtma hastalığına karşı açtığı savaşta, en büyük güven kaynağı olmuştur.
Ne var ki toplum içerisinde, karşıt görüşte olan insanlar da vardır. 1950’lerde Dorothy Colson ve Mamie Ella Pyler gibi isimler yaptıkları araştırmalarda, bölgelerindeki çocuklarda nefes darlığını gözlemlemiştir. Büyükbaş hayvanlarda ölüm ve çevredeki arı nüfusunda azalmanın olduğunu öne sürmüş, tarım hayatında sürdürülebilirliği yok ettiğini iddia etmişlerdir. Toplum içerisinde de yankılanmaya başlayan karşıt sesler, Kel Kartal ve Bayağı Doğan gibi kuşların da nesillerinin tehlikeye girmesiyle alevlenmiş ve bir çevre hareketi başlamıştır. Ancak 1962’de Rachel Corson’ın kitabı yayınlana kadar karşıt sesler, artan DDT reklamlarının önüne geçememiştir.
1957 yılında New York Times, DDT karşıtı mücadelenin başarısızlığından bahsederken, yaşanan olaylar biyolog ve yazar Rachel Corson’ın da dikkatini çekmiştir. Corson, araştırmalarını derlediği “Sessiz Bahar” isimli, büyük bir çevre hareketi başlatan kitabını 1962’de yayınlamıştır. DDT başta olmak üzere birçok tarım ilacının ekosisteme verdiği zararları anlatan kitap; hamilelikte düşük, çocuklarda erken veya geç ergenlik, endokrin bozukluk, kısırlaşma ve göğüs kanserine sebep olan kimyasallardan bahsetmektedir.
Alevlenen çevre hareketlerinin ana hedefi olan DDT’ye ilk yasak 1968 yılında Macaristan’dan gelmiştir. Avrupa’nın birçok yerinde de yasaklanmaya devam eden DDT
, 1972 yılında Amerika’da, 1991 sonbaharına gelindiğindeyse artık 30’dan fazla ülkede yasaklanmıştır. 2004 yılından beri aktif olan “Kalıcı Organik Kirleticilere İlişkin Stockholm Sözleşmesi” DDT’yi de kapsamaktadır.
Bugüne bugün Rachel Corson’ın ölümü üzerinden 57 yıl, Othmar Zeidler’in ölümü üzerinden ise 110 yıl geçmiştir. Herrman’ın DDT keşfiyle Nobel ödülü almasının üzerinden ise 73 yıl.
DDT hala bazı endüstrilerde ‘’Sivrisinek Kriptoniti’’ olarak kullanılmakta ve sigaranın içerisinde de bulunmaktadır.
Hazırlayan: Berat Bayburt