Elementlerin keşifleri tarihte 1669 yılında Brandt’ın altın elde etmek amacıyla idrar kaynatarak fosforu keşfetmesiyle başlamıştır. Brandt’ın bu keşfi bize her ne kadar komik gelse de kimyanın mihenk taşlarından biridir. Bu buluş bilim insanlarına keşfedilmemiş elementler olduğunu kanıtlamış ve insanlar yeni elementler bulmak için adeta yarışa girmiştir.
Sonrasında Stahl’ın ateş hipotezi (Filojiston), Cavendish ve Priestley’in bu hipoteze zıt buluşlarıyla işler iyice karışmıştı. Bu bilmeceler 1775’te Priestley’in bir yemekte oksijen elementi ve filojiston ile ilgili bulgularını Lavoisier ile paylaşmasıyla çözüldü. Lavoisier, Priestley’in deneyinin sadece ölçeğini değiştirerek ve kütle korunum yasasından faydalanarak oksijen (ekşileştiren) elementini keşfettiğini tüm dünyaya duyurdu ve maalesef yazısında Priestley’den de bahsetmedi. Böylece Cavendish bu yayından faydalanarak çalışmaları sonucu da bulduğu gaza hidrojen (su üreten) adını verdi. Nitrojen’in keşfi de bundan sonra oldu. Lavoiser ise bu çabalarının karşılığını 1794 yılının mayıs ayında giyotinle idam edilerek aldı. Oldukça talihsiz bir son öyle değil mi?
Cavendish, Lavoisier ve Priestley o dönemin dâhileriydi. Peki ya diğerleri? Keşfi ilk kim yapıp yayınlarsa element ona ait oluyormuş gibi bir inanış olduğundan herkes yeni bir element keşfetme gururuna nail olmak istiyordu. Tabi keşfetmek yetmez bu kelime burada ayrıştırabilmek kelimesiyle eşdeğerdi. İşte tam da burada dünyanın en talihsiz bilim insanlarından birinden bahsetmeliyiz, muhtemelen adını hiç duymadığınız bu kişi İsveçli kimyager Carl Sheele.
1772’de barit (ağır) adını verdiği bir tozun baryum içerdiğini bilmesine rağmen saflaştıramadığından bu elementi keşfetme gururunu Humphry Davy’e vermek zorunda kaldı. 1774’te klor (yeşil) gazını buldu ancak bunun bir element olduğunu fark edemediğinden klor 1808 yılında Humphry Davy tarafından ortaya çıkarıldı. Yine 1774 yılında piroluziti keşfetti fakat içindeki manganez elementini ayrıştırmayı başaramadı ve birkaç ay sonra Johan Gahn manganezi buldu. 1778’de Sheele molibdeni bulduğunda ayrıştırma işlemini tamamlayan Peter Hjelm oldu. 1781’de tungstenin varlığını anladığında Fausto Elhuyar ondan önce davranarak ayrıştırmayı tamamladı ve başarı onun oldu. Sheele, 1771’de Priestley’den önce oksijeni bile keşfetmişti ancak yazısının matbaadan çıkması geciktiği için Priestley aynı sürede benzer sonuçlara ulaştı.
Tüm bu katkılarının anısına Scheelite mineraline Sheele adı verildi. Sonradan mineralin adı kalsiyum tungstat olarak değiştirildi ve Scheele bugün pek çok kimse tarafından bilinmeyen birine dönüştü.
Peki bunca emek çöpe mi gitti sizce? Asla. Onun en büyük hatası çalışmalarını tamamlamakta yavaş hareket etmek ve fazlasıyla geç kalmaktı. Bilim dünyasında değişmeyen bir şey varsa o da bu ilkedir. Bir amaç edindiğimizde ona sımsıkı tutunup temkinli ama hızla tereddüt etmeden ilerlemeliyiz. Sheele’i bu hale getiren tereddütlü ve yavaş adımlarıydı.
Geçmişten gelen bu bilgilerin bize ışık olması ve Sheele’nin başarılarının unutulmaması temennisiyle…
Hazırlayan: Büşra Atkesen